BURSASPOR’a adanmış hayatlar
Bir oleyy oleyy! sesi duyuldu otobüsün arkasından. Okan’ı uykusundan uyandırmaya yetmişti. Ürktü çocuk. Babasına baktı. Babası ona gülümsüyordu. Babası ve babasının arkadaşları bir otobüsle İstanbul’a, Sivasspor maçı için geliyorlardı. Okan babasıyla maça gitmek için çok yalvarmış babası okulun var dese de babasını bin bir oyunla ikna etmişti. Babası ve arkadaşları şimdi hep bir ağızdan söylüyorlardı aynı şeyi minik Okan da onlara katıldı.
TERLERTİN FORMAYI SENENİN SONUNDA KALDIRIN KUPAYI!
Okan Bursaspor’la daha doğduğu gün tanışmıştı. Babası ona o zamanlar Bursaspor da gol krallığı yaşamış Okan Yılmazın adından esinlenerek Okan ismini koymuştu. Tıpkı dedesinin babasına Ersel ismini koyması gibi…
Bursaspor şampiyonluğu yaşadığında 10 yaşındaydı Okan. Babasının omuzlarındaydı futbolcuları görebilmek için kutlamalarda. Meşale kokusunu o zaman tanımıştı. Sahadan bir parça çim alıp koymuştu cebine. Eve gidince annesine gösterecekti çimi ondan bu çimleri bir saksıya dikmesini isteyecekti. Belki çimler yeterince büyür ve bir süre sonra Okan’ın oynaması için koskocaman bir sahaya dönüşebilirdi. Bursaspor küme düştüğündeyse daha 4 yaşındaydı Okan hiçbir şey anlamamıştı. Babası ve dedesi radyonun başında maç dinliyorlar ve sürekli ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Maç bitti dedi spiker. Birkaç damla yaş boşaldı dedesinin gözlerinden. Babası duvarı yumrukluyordu. Korkmuştu Okan. Dedesi gibi kocaman adam neden ağlardı? Babası neden duvarlara yumruk atardı küfürler ederek? Pencereye koştu. Dışarı baktı. O gün şehirde kasvetli bir hava vardı. Güneş sanki bulutların arasından hiç kendini göstermemişti. Mavi olması gereken gökyüzü simsiyahtı. Ufukta bir beyaz gördü 4 yaşındaki Okan. Siyah gökyüzünün altında beyaz bir ufuk çizgisi. Arkasını döndü. O yaşından sonra bu anı hatırlayarak siyah- beyazı hiç sevmeyecekti…
Otobüste şarkılar marşlar söylüyordu Okan babasının arkadaşlarıyla. Keyfine diyecek yoktu. Otobüsten inip stada girdiklerinde şaşırmıştı küçük çocuk. O gün sanki bütün şehir oradaydı. Kaç kişi olduğunu saymaya çalıştı küçük bir çocuğun masumiyetiyle ama süresi yetmedi. Bursaspor golleri atmaya başlamıştı bile. Okan’ın sayması hep yarıda kesildi atılan gollerle . 886 887 888 889 ve Gooool!!! O çok sevdiği atkı şovu kameraya çekmek için telefonunu istedi babasından. Aklına dedesini aramak geldi. Dedesinin sesini duyduğunda sevinçle bağırıyordu yeniyoruz dede yeniyoruz ! Dedesi torununun bu heyecanını görünce gözleri doldu. O anda telefondan bir ses geldi Goool! Bursaspor 4 ü atmıştı Okan dedesine gol attık dede diyip babasına sarılmıştı telefondan ses gelmiyordu. Az önce yaşlı adamın gözünde biriken damlalar şimdi dökülüyordu. Torunu ; oğlu gibi, kendisi gibi tapıyordu yeşil beyaza. Yaşlı adam kendi oğlu Ersel’i ilk maça götürüşünü hatırladı. Boynuna taktığı yeşil beyazlı atkıya iyi sahip çıkmasını bunun ona bir emanet olduğunu söylemişti. Şimdi o atkı belkide Okan’ın boynundaydı. Okan belkide babasının emanetini, dedesinin mirasını taşıyordu boynunda…
Bir sonraki maç için dedesini de ikna etmişti Okan. Yaşlı adam kalp hastalığı olmasına rağmen kırmayacaktı torununu. İzmir de bu sefer babasının değil dedesinin omuzlarında bağıracaktı çuff çuff diye. Dönüş yolunda dedesinin kucağında söyleyecekti sevinç şarkılarını. Uğurlu gelmişti Bursaspor’a bir kere. Her gittiği maçı kazanmıştı yeşil beyazlı takım. Annesiyle gittiği Galatasaray maçını bile kazanmışlardı. Hem de en sevdiği futbolcu atmıştı golü; Batalla. Sokakta okulda arkadaşlarıyla maç yaparken hep Batalla oluyordu Okan. Onun gibi paslar atıyor onun gibi çalımlar atıyor gollerini attıktan sonra hep onun gibi seviyordu. O kadar sahiplenmişti ki Bursaspor’u mahalle maçlarında çok gol kaçıran arkadaşlarıyla Turgay mısın oğlum sen? diye dalga geçiyor takımındaki penaltıları kalecilerine kullandırıyor gol attıktan sonra Ivankov ve gol diye bağırıyordu. Ankara yolunda kazanırız demi dede, yeneriz Fener’i demi diye sordu. Dedesi cevap vermeden babası atladı fark eder mi Okan dedi. Okan anlamadı ama sustu. Maçın başında yenilen gol Okan’ı yıkmış ardından gelen goller küçük çocuğun ümitlerini tamamen bitirmişti. Babası ve dedesi maçı takip ederken kızdı Okan Bursasporlu futbolculara. Ne kadar kötü oynuyorlardı? Kendisi olsa ne biçim oynardı şimdi? Nasıl atardı golleri Volkan’a? Babası ve dedesine baktı ne düşünüyorlardı acaba? Onlarda hayal ediyorlar mıydı Okan gibi? Onlarda istiyorlar mıydı sahadaki oyuncuların yerinde olmayı?
Okan bunları hayal ederken kale arkasına baktı. Atkılar açılmıştı. Odam kireç başlıyordu. Bir refleks olarak kalktı ayağa açtı atkısını başladı söylemeye. SENİNLEYİZ HERYERDE ANKARADA İZMİRDE derken gülümsedi. Çünkü gerçekten de hem Ankara da hem İzmir de yanındaydı takımının. TEKSASLIYIZ EZELDEN EĞİLMEZ HİÇ BAŞIMIZ derken sesin çoğaldığını gördü. Babası ve dedesi de katılmıştı Okan’a. Daha bir içten söyledi tekrarı. Daha bir bağırarak. Samanyolunda tüm tribün ayağa kalkmıştı. Onbinlerle beraber söyledi Okan ;
SEN KALBİMİN MEHTABISIN, GÜNEŞİSİN. SEN RUHUMUN VAZGEÇİLMEZ BİR EŞİSİN…
Şimdi anlıyordu Okan her şeyi. Babası Okan’ın sorusuna bu yüzden fark eder mi demişti. Şimdi anlıyordu küme düştüğünde Bursaspor dedesinin gözyaşlarını. Şimdi anlıyordu boynundaki dededen miras atkının maneviyatını. O atkı kim bilir neler görmüştü. Şimdi anlıyordu bu şehirdeki her Bursasporlunun zamanında onun gibi hayaller kurduğunu. Ahmet, Mehmet, Ali, Veli fark etmezdi. Her Bursasporlu günün birinde o formanın içinde olduğunu gol attıktan sonra armayı öpüşünü hayal ederek büyümüştü. Her çocuk gibi oda bu renklere aşık olarak doğmuş bu yaşına kadarda ondan başka hiç bir aşk bilmemişti. Bu yüzden daha bir yukarıya çıkardı atkısını daha bir güçlü bağırdı ilk aşkı için;
BİR ŞARKISIN SEN ÖMÜR BOYU SÜRECEK…
Dilhan Ocakbaşı